Geçmişten geleceğe....

7 Haziran 2009 Pazar

Ekselanslarına 'açık mektup'... / Ragıp Zarakolu

.

Yorgo Andreadis, Abdi İpekçi Türk Yunan Barış ve Dostluk Ödülü almış Karadeniz kökenli bir Yunan yazarı.Keçilerin otladığı kayalıklar için Tansu Çiller döneminde Türkiye ile Yunanistan’ın savaş eşiğine girdiği 1996 yılı başlarında, ilki düzenlenen TÜYAP kitap fuarının onur konuğu olmayı kabul etmiş ve barış mesajları vermişti.O yıl ünlü Yunan yazarı Samarakis de İzmir’e davetli idi, ama çevresi "gitme, tehlikeli, seni linç ederler" diyince gelmeye cesaret edememişti.


Andreadis’i Karadenizli hemşerileri çok sevdi. Defalarca davete icabet edip, Trabzon’a gitti. Kitaplarını imzaladı.Kitapları birkaç baskı yaptı. Özellikle “Tamama” çok sevildi. Enis Rıza da, Öte Yakadakiler adlı belgeselinde Tamama’nın öyküsüne ve Andreadis’e yer vermişti.


Derken ne olduysa oldu, Karadeniz’de odaklanan “çete” onu boy hedefi seçti. Rahmi Koç ve Patrik Berthalemeus’u Trabzon’a sokmamakla övünen bir jandarma generali, onu boy hedefi gösteren bir konferans verdi. Sözde Andreadis’in kitapları bölgeye gizlice sokulup dağıtılıyormuş. O kitapların İstanbul’da yayınlanıp, kitap fuarlarında imza rekorları kırdığından haberi bile yoktu bu generalimizin. Milliyetçi eğilimli bir Karadeniz gazetesinde hakkında yazı çıkardılar. Sonra Yeni Şafak’ta yazı çıkarttılar. Sonra muhabir özür dileyip, kandırıldığını söyledi. Haber “servis” edilmişti.Ve Andreadis bu iftiralara yanıt vermek, söz konusu gazetecilerle konuşmak için 1998 Aralığında İstanbul’a geldi. Ve o günlerde Rum ve Türk Karadenizliler Açık radyonun düzenlediği bir toplantıda birlikte kemençe çalıp, horon tepeceklerdi. Bu konser militer baskı ile iptal edildi. Öyle ya, Jandarma duruma el koymuştu.Andreadis ise havalanında ülkeye sokulmayıp, sabahleyin geri postalandı. Dünürü Hüsnü Paşaoğlu idi. Türkçe adlar taşıyan torunları vardı. 1999 depreminde Andreadis, iki TIR dolusu eşya topladı. O yasaklı olduğu için karısı getirdi bunları.

2002 Ocak'ında, Cceviz Kabuğu" programında araştırmacı yazar Ömer Asan, “Pontos Kültürü” adlı kitabından dolayı resmen linç edildi. Bu programa Andreadis de, Ömer Asan gibi naifçe katılmak istedi, kendisi hakkındaki iftiraları yanıtlamaya çalıştıysa da o da linç edildi. Kanser ile boğuşan Ayşe Nur, bu programı kapattırdı bana. Ve ölmeden 1 hafta önce, savcılığa davet olundu 6 yıl önce yayınladığı, TV’de linç edilen “Pontos Kültürü” adlı kitabından dolayı.Ömer Asan, ise ölüm tehditleri alıyordu. Aynı tehditler damadına da geldiği için, torunlarını yanına almıştı. Ergenekon diye nitelenen buzdağının, ilk kurbanının Andreadis olduğunu nice sonra anlayacaktık.Yaşar Kemal de dahil, bir çok yazar ve aydın bu yasağın iptal edilmesi için imza topladı ve Erdoğan’a yolladı. Yine ses gelmedi.

Daha Ergenekon olayı başlamamıştı. (Bu sınır dışı edilme öyküsü, imza metni ve imzacıların adları, ek belgelerle birlikte, Yorgo Andreadis’in “İstenmeyen Adam”, adlı kitabında yayınlandı. Belge Yayınları'nın Marenostrum dizisi içinde 2005 yılında.)Çete, Andreadis’i “Pontos devletini kurmak istemekle” suçluyor. Andreadis ise, yahu Osmanlının en zayıf olduğu zaman bu yapılamamış, şimdi mi olacak diye soruyor.


Hrant’ın dediği gibi, onların gözü "bu topraklarda sadece gömülmek için". İzin verin, memleketimi, memleketlilerimi göreyim diyor. İzin vermezseniz de sağ olun diyor. Bari gömülmeme izin verin. On yıl bekledim. Bana AİHM’e git dediler gitmedim. Dava açmadım. Sabırla bekledim, bu haksızlığın giderilmesini, iftiraların geri alınmasını.Andreadis’e de faşizanca davranılmadı mı?Eli boş kalmadı mı? Yunan devletinin de umurunda değil onun çektiği acılar. Türkiye ile kimse ek sorun istemiyor. Türkiye’ye sokulmayan insan hakları savunucuları vardı. Güzel insanlar. Zor zaman dostları. Hepsinin yasağı kalktı, gelip gidiyorlar. Çünkü onlar Alman, İngiliz… Kendi devletleri sahip çıkıyor, bizim hükümet daha dikkatli davranıyor. Kim takar Yunanlıyı, Rumu?..


Andreadis’in içimi acıtan mektubuna köşemde yer veriyorum. Güdümlü basın nasıl olsa takmaz. Belki insaflı bir danışmanın gözüne takılır da Başbakan’a iletir. Zayıf ihtimal. Bizim yolladığımız toplu dilekçeyi gördüğünü sanmıyorum. “İlgili kurumlara soruldu, olumsuz” diye yanıt veren metni paraf ederken...


* * *


Ekselansları, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Sayın Tayyip Erdoğan

Ekselansları Sayın Başbakan;Onlarca yıllık ihtilaf ve inkardan sonra, geçmişte Türkiye Devleti’nin kendi farklı azınlıklarına doğru davranmadığını ortaya koyan tarihsel hakikati dile getiren ilk kişi olduğunuz için sizi şahsen temin ederim ki Yunan Halkı’nın çoğunluğu sözlerinize katılmakta ve cesaretini takdir etmektedir. Ben de size çok teşekkür ediyor, tebriklerimi iletiyorum!


Ancak size hatırlatmak isterim ki, Türk Devleti’nin Güvenlik Teşkilatlarının haksız kararıyla suçlandığımdan, 05-12-1998 tarihinden beri Türkiye’ye girişimin yasak olduğunu 24-06-2004 tarihli şahsi bir mektupla tarafınıza iletmiştim. Bu kararın gerekçesinde üç büyük X harfi yazılıdır.

1998 Kasımında üç gazetenin (YENİ ŞAFAK, Turkish Daily News, KARADENİZ) baş sayfalarında hakkımda fazladan ne yazılmış olursa olsun, bunlar hastalıklı kafaların gerçek uydurmalarıdır ve sizin bu hakikatin farkında olmanız gerekir. Buna rağmen, önde gelen 192 yazar, akademisyen, gazeteci, aktör, ressam ve şair kamuoyuna bu konuda bir açıklama yapmıştı.Yazarlar Derneği Başkanı Sayın Çetin Öner, size bir mektupla yukarıdaki olayı hatırlatmıştı.


Size yukarıda sözünü etmiş olduğumu mektubuma, Başbakanlıktan iki cevap aldım. İlki bana durumumu ilgili makamlarla görüşüp cevap vereceğinizi bildiren Sayın Mehmet Bican imzasını taşıyordu. Gene aynı kişinin imzasını taşıyan ikinci mektup, benim durumumun aşırı gizlilik içerdiğini ve sizin durumu Milli Savunma Bakanı’yla görüşeceğinizi bildiriyordu. Bugüne kadar, hiçbir cevap alamadığımdan ve bana karşı gerçek bir suçlama yöneltilmediğinden, ama bu suçlamaların sadece İstihbarat Teşkilatlarınızın kurgusu olduğundan, sizden dileğim en azından şu anda başında bulunduğunuz Devlet’in yanlış uygulamalarını düzeltmek için daha kaç on yıl geçeneğini bana bildirebilirsiniz. Ama lütfen benim 73 yaşında olduğumu ve bana karşı yapılan adaletsizliğin giderilmesi için daha birkaç on yıl bekleyecek zamanımın kalmadığını hesaba katın.

İçten dostlukla...

George (Yorgo) Andreadis, Selanik 25 Mayıs 200909


* * *

Son bir not:Ekselansları Sayın Başbakan;

Eğer gerçekten de Türk Devleti’nin Güvenlik Teşkilatlarının bu adaletsiz, yersiz ve kabul edilemez kararını düzeltemeyecek durumdaysanız ve Türkiye’ye girişimin yasaklanmasındaki ısrarınız sürüyorsa, o zaman lütfen son arzumun yerine getirilmesine ve ecelim geldiğinde, 90 kuşaktır atalarımın ebedi istirahatgâhlarında yattıkları Trabzon’a gömülmeme izin verin. Eğer bu bile sizin için imkansızsa, o zaman Allah’ın her şeye gücü yeter! Alacağınız her kararı sonsuz saygıyla karşılayacağım...

George (Yorgo) Andreadis

.

Lazların Yakın Tarihine Kenar Notları / Sadık VARER


Pazar'ın batısında yaşayan Karadenizlilerin Laz olmadığını, Cihan Alptekin'in öğrenciyken yazıp çoğalttığı "Lazlar" broşüründen öğrenmişler. Sarı kağıda basıldığı söylenen o broşürün izini sürmeye başladık.

1947 Ardeşen doğumlu Cihan Alptekin, Doğu Karadeniz'in yükseklerinde yüz yıllardır Lazlarla birlikte yaşayan Hemşinli bir devrimciydi.. Ve pek çok Laz, Cihan Alptekin sayesinde devrimci olmuştu.
30 Mart 1972'de Kızıldere'de Mahir'lerle birlikte öldürülen Cihan'dan sonra Ardeşenli ilk devrimciler olarak her 30 Mart'ta, Cihan'ın doğduğu Hemşin köyü Oce'deki mezarında, Kızıldere'de öldürülen devrimciler için bir hayli "gürültülü" anma törenleri düzenlemeye başlamıştık.

Anma törenlerinden birine, İstanbul'dan Cihan'ı çok iyi tanıyan bir grup katılmıştı. Gruptan biri Cihan'la ilgili anılarını anlatırken, bizi heyecanlandıran bir olaydan bahsetti; herkes gibi, üniversite gençliği olarak kendileri de bütün Karadeniz halkını Laz sanıyorlarmış.
Lazların, binlerce yıldır aynı topraklarda, Pazar, Ardeşen, Fındıklı, Arhavi ve Hopa'da yaşadıklarını, Pazar'ın batısında yaşayan Karadenizlilerin Laz olmadığını, Cihan'ın İstanbul Hukuk'ta okurken yazıp teksir makinesi ile çoğalttığı "Lazlar" başlıklı bir broşürden öğrenmişler...

Çok etkilendik. Sarı kağıda basıldığı söylenen o broşürün izini sürmeye başladık. Broşürü bilenlere rastladık ama büyük olasılıkla, 12 Mart döneminde "yok edilmişti", Laz tarihi ile ilgili yakın geçmişin ilk çalışmalarından biri sayılabilecek "Lazlar" başlıklı broşürü bulamadık.
70'lı yılların ortalarından sonraki siyasal yaşamı bilenler için anlaşılır bir şey olmalı; artan oranda kitleselleşen savaş ortamında Lazlarla ilgili herhangi bir çalışmaya zaman ayırma "lüksümüz" yoktu. Ancak, bazı mitinglerde atılmaya başlanan "Kürdara Azadi!.." sloganına "Lazepeti Konan!.." (Lazlar da Vardır!) benzeri sloganları katmakla yetiniyorduk.

Sonrasında, askeri faşist cunta ile başlayan 12 Eylül karanlığı var... On bir yıl kadar süren tutsaklık yıllarımın sonuna doğru, uzunca bir şiirle karşılaştım. Şiir Lazca yazılmıştı ve bu, bildiğim kadarıyla Laz kültür tarihinin ilklerindendi. "Toöi Var Eyazden Haster'i Süiri / Öesa Şeni" başlıklı şiiri Bedia Leba adlı bir Laz şair yazmış ve dahası benim için yazmıştı.

Şiiri, Cihan Alptekin'in "Lazlar" başlıklı kısa bir tarih çalışması yaptığını duyduğumda yaşadığım heyecana benzer bir heyecanla okumaya çalıştım, olmadı!.. Şiiri "tercüme" etmek için dışarıdan, Lazcayı iyi bilenlerden yardım aldım. Türkçe'yi altı yaşında öğrenmeye başlayan bir Laz olarak anadilimle yazılmış şiiri bile okumakta zorlanmıştım. Doğrusu bu ya, 1924'ten beri süren asimilasyon politikasına hiçbir zaman o kadar büyük bir tepki duymamıştım.

Bedia Leba adlı Lazca yazan ilk kadın şairinin kim olduğunu öğrendim; Selma Çakır Koçiva.. Selma kardeşimi, 12 Eylül öncesinden biliyordum. İstanbul'da yaşayan Ardeşen'li devrimcilerdendi ve cunta döneminde yurtdışına çıkmak zorunda kalmıştı.

Laz kültür çalışmasında Selma Koçiva adı önemlidir; Selma, Lazca yazan ilk kadın şairlerimizden biri olması dışında, Laz kültür hareketinin öncülerinden biridir. Yurtdışında başlayıp Türkiye'ye taşınan Laz dili ve kültürü ile ilgili çalışmaların tümünde Selma'nın emeği vardır.

Türkiye'de, 90'lı yılların başından itibaren hızlanmaya başlayan Laz kültür çalışmasından söz açıldığında aklıma, çıkar çıkmaz Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından toplatılan ve "davalık" olan Ogni dergisi ile Ahmet Hacaloğlu Kırım, Mehmet Ali Barış Beşli, Özcan Sapan, Ali İhsan Aksamaz ve İsmail Bucaklışı gibi Laz aydınlarının isimleri geliyor.. Laz kültür hareketinin mimarlığını ve emekçiliğini yapan bu arkadaşlar, Selma gibi, yakın Laz tarihince kayıt altına alınmış önemli isimlerdir.

Laz Kültür çalışmasının "yayın cephesinde" Çiviyazıları'nın kurucusu Özcan Sapan'ın emeğini anmadan geçmek olmaz. Ali İhsan Aksamaz'ın "Kafkasya'dan Karadeniz'e Lazların Tarihsel Yolculuğu" başlıklı çalışması dahil, Lazlarla ilgili bir dizi çalışma ile birlikte, İsmail Bucaklişi, Hasan Uzunhasanoğlu ve İrfan Aleksiva'nın büyük bir emek ve özveri ile hazırladıkları ve de Lazlar için ilklerden biri olan "Büyük Lazca Sözlük" Çiviyazıları'nın Mjora dizisinden çıktı.
Laz kültür çalışmasında müzik, çok önemli bir yer tutuyor. Bu konuda, Zuğaşi Berepe (Denizin Çocukları) grubu, tabir yerindeyse bir "devrim" gerçekleştirdi. Türkiye, özellikle Kazım Koyuncu'nun Lazca şarkıları ile Laz dilini "tanımaya" ve "anlamaya" başladı.

Kazım'ı çok erken yitirdik ama onun "sesi" yaşıyor ve Kazım'ın "sesi" ile birlikte, Birol Topaloğlu, Mircan Kaya, Efkan Şeşen gibi müzisyenlerin ve Marsis, Helesa, Nena ya da Karmatte gibi grupların müziği sayesinde yalnızca Laz kültürü değil, insanlığın ortak kültürü de zenginleşiyor.
Ve İnternet siteleri... Günümüzün en etkin iletişim araçlarından biri haline gelen İnternet'te Lazların hatırı sayılır bir yeri var. Laz aydınlarının çalışmalarını yayınlayan ve okurlarını çoğaltmayı sürdüren, http://www.lazebura.net/, http://www.lazuri.com/ ve http://www.lazurinena.com/ gibi sitelerin editörleri, Cengiz Kibaroğlu, Yavuz Yazıcı ve Ebru Koçak, Laz kültür hareketine son derece değerli katkılar sunuyorlar.

"Laz'ın kendini arayışı" saydığım bu çalışmalar, gerçekte Laz tarihinin yeniden üretilmesidir. Ve ihtimal odur ki Lazlar, irili ufaklı bu çalışmalarla, binlerce yılık tarihlerine binlerce yıl daha katacaklardır.